<(Medine'de nazil olmuştur.)
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
6 - Şüphesiz ki kitâb ehlinden ve müşriklerden küfredenler cehennem ateşindedirler.
(İnnellezîne keferû min ehli'l-kitâbi ve'l-muşrikîne fî nâri cehenneme)
Onlar, orada temelli kalacaklardır.
(khâlidîne fîhâ,)
Yaratıkların en kötüsü de işte bunlardır.
(ulâike hum şerru'l-beriyeh)
7 - Muhakkak ki imân etmiş olup sâlih ameller işleyenler,
(İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti)
işte onlar da, yaratıkların en hayırlısıdırlar.
(ulâike hum khayrul beriyyeh)
8 - Rabları katında onların mükâfatı;
( Cezâaauhum inde rabbihim)
altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları Adn cennetleridir.
(cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru khâlidîne fîhâ ebedâ)
Allah onlardan hoşnûd, onlar da O'ndan razıdırlar.
(radıyallâhu anhum ve radû anh)
İşte bu, Rabbından korkan kimseye mahsûstur.
(zâlike li men haşiye rabbeh)
……………………………………….
İbn Kesir’in açıklaması:
Allah Teâlâ ehl-i kitâb'tan küfredenlerle,
Allah'ın indirilmiş olan kitâblarına ve gönderilmiş olan peygamberlerine karşı çıkan müşriklerin halini haber vererek
"kıyamet gününde Cehennem ateşindedirler. " buyuruyor.
“Onlar, orada temelli kalacaklardır.”
Orada sürekli kalacaklardır, geri götürülmeyecekler ve çıkarılmayacaklardı r.
“Yaratıkların en kötüsü de işte bunlardır.”
Allah'ın yaratıp yeryüzüne saldığı yaratıkların en kötüsü işte bunlardır.
Müteakiben Allah Teâlâ;
kalbleriyle îmân edip bedenleriyle sâlih amel işleyen
iyilerin halini haber vererek bunların, yaratıkarın en iyisi oduklarını bildirmektedir.
Ebu Hüreyre ve bilginlerden bir grup, bu âyeti delil getirerek
mü'minlerin meleklere üstün olduklarını söylemişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ
“İşte onlar da yaratıkların en hayırlısıdırlar.” buyuruyor.
“Rabları katında onların mükâfatı;”
Kıyamet gününde onların elde edecekleri karşılık,
“Altlarından ırmaklar akan ve orada temelli kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan hoşnûd, onlar da O'ndan razıdırlar.”
Aralıksız bitip tükenmeksizin orada, kalacaklardır.
“Allah onlardan hoşnûd, onlar da O'ndan razıdırlar.”
Allah'ın onlardan hoşnûd olması onlara verilen sürekli nimetlerin en üstünüdür.
Onlar da Allah'ın kendilerine verdiği yaygın lutuftan dolayı O'ndan razıdırlar.
“İşte bu, Rabbından korkan kimseye mahsûstur.”
Elde edilen bu mükâfat
Allah'tan korkup O'ndan gerçek anlamda sakınan ve
kendisi Allah'ı görmese de Allah kendisini görüyormuş gibi ibâdet edenlere mahsûstur.
* İshâk İbn îsâ... Ebu Hüreyre'den nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş:
'Size yaratıkların en iyisini haber vereyim mi?' 'Evet, ey Allah'ın Rasûlü', dediklerinde buyurmuş ki:
'Atının yularından tutup Allah yoluna giden kişi. Ne zaman bir korkunç ses duysa onun üzerinde dikilir durur. Dikkat edin, size yaratıkların en hayırlısını haber vereyim mi?' 'Evet ey Allah'ın Rasûlü', denildiğinde buyurdu ki: 'Koyunlarından bir sürü içinde bulunup da namazını kılan ve zekâtım veren kimse.'
'Dikkat edin, size yaratıkların en kötüsünü haber vereyim mi?' buyurduğunda; 'evet', dediler. Allah Rasûlü buyurdu ki:
'Allah'tan isteyip de kendisine verilmeyen kimse.'
(İbn Kesir; “Tefsir” ; c: 15; s: 8563-64) ; Çev: Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner)
:::::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::
Mevdudi’nin açıklaması: ‘Tefhimu'l-Kur' an’
6- Hiç şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar,
Buradaki "Küfr"den kasıt, Hz. Muhammed'e (s.a) inanmayı inkar etmektir.
Yani müşrikler ve Ehl-i Kitap, Rasulullah'a risalet geldikten sonra onu inkar etmişlerdir.
Oysa açık delil olarak Rasulullah'ın doğru talimatı taşıyan sayfaları onlara okunmaktaydı.
Bunların sonu ileride beyan edilmiştir.
içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.
Yani Allah'ın mahlukatı arasında ondan daha kötü mahluk yoktur.
Hatta hayvanlardan da düşüktür. Çünkü hayvanlara akıl ve irade verilmemiştir. Bunlar akıl ve irade sahibi olmalarına rağmen haktan yüz çevirmektedirler.
7- İman edip salih amellerde bulunanlar ise; işte onlar da, yaratılmışların en hayırlılarıdır.
Yani Allah'ın bütün mahlukatından, hatta meleklerden bile efdal ve şereflidir.
Çünkü meleklere itaatsizlik yapma iradesi verilmemiştir.
Bu insan ise (ehl-i iman) irade verilmesine rağmen itaat etmiştir.
8- Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden 'içi titreyerek korku duyan kimse' içindir.
Diğer bir ifade ile Allah'tan korkarak yaşayan,
Allah'ın vereceği cezayı hesaba katıp adım atan ve
Allah'ın rızasını küçümsemeden hareket eden için Allah (c.c.) katında bu mükafaat vardır.
http://www.enfal. de/tefhim/ index.htm
:::::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::
Seyyid Kutub’un açıklaması:
6- Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar halkın en şerlileridir.
7- İnanıp ve iyi işler yapanlar da halkın en Hayırlılarıdır.
8- Onların Rabbleri katındaki mükafatı içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan razıdır. Bu mükafat Rabbinden korkan kimseyedir.
Gerçek şu ki Hz. Muhammed en son Peygamber ve
getirmiş olduğu islam dini de yüce Allah'ın insanlara en son mesajıdır.
Yeryüzü her bozuluşunda insanları düzeltmek üzere birbiri ardı sıra Peygamberler gelirdi. Ortada yoldan ayrılanlar için fırsat üstüne fırsat, mühlet üstüne mühlet vardı.
Nihayet yüce Allah, bu kapsamlı, mükemmel ve toplayıcı olan
en son mesaj ile yeryüzüne göndermiş olduğu mesajlarını noktalamak istedi.
İnsanlığa verilen son fırsat şöyle belirlenmişti:
İnsanlık ya iman edecek ve kurtulacak, ya da küfür bataklığına dalacak ve helak olacaktır. Yani küfür sonu olmayan kötülüğün simgesi, iman da sonsuz iyiliğin göstergesi oluyordu.
"Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, sürekli olarak cehennem ateşindedirler. Onlar halkın en şerlileridir. "
Bu hüküm, üzerinde tartışmaya ve münakaşaya yer olmayan kesin bir hükümdür.
Onların bazı hareketleri ahlaki kuralları ve sistemleri ne kadar düzgün görünürse görünsün, bunlar bu son dine, bu son peygambere iman temeline dayanmadığı sürece
biz bu hükmümüzden kuşkuya düşüp de Allah'ın değişmez ve düzgün sisteminden kopuk olan bu iyilik görüntülerine aldanmayız, o görüşe katılmayız.
"İnanıp ve iyi işler yapanlar da halkın en hayırlılarıdır."
Bu da aynı şekilde tartışma ve münakaşa götürmez derecede kesin bir hükümdür.
Fakat bunun şartı da aynı biçimde herhangi bir kapalılığa ve demogojiye yer olmayacak biçimde açıktır. Bu şart "iman"dır.
Yoksa sırf islam olduğunu iddia eden,
bir yeryüzü parçasında ya da Müslümanlardan olduğunu ileri süren bir evde dünyaya gelmiş olmak ya da avurdunu doldura doldura ben de Müslümanım diyerek sadece sözde kalan bir iddia değildir.
Hayat sahnesinde izlerini gösteren ve insanı "İyi işler yapanlar" zümresine katan "iman"dır.
Yoksa dudakların ötesine geçemeyen kuru bir iddia değildir.
İyi işler, yüce Allah'ın yapılmasını emrettiği, ibadet, ahlak, çalışma ve davranışlardır.
Bunların tümünün başında da yüce Allah'ın şeriatını yeryüzünde hakim kılmak ve insanlar arasında da Allah'ın koyduğu yasalara göre hüküm vermek gelir. Kim böyle olursa İşte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.
"Onların Rabbleri katındaki mükafatı, içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. "
Onların mükafatı, ebedi kalmak için nimetleri ile hazırlanmış cennetlerdir.
Bu nimetler: bu dünyada, ölüp yok olmaktan kurtaran güvence,
yeryüzünün hoş nimetlerini insanın boğazına diken ve hayatı bulandıran endişeden kurtulmak, gönül huzuruna ermek, bizlere simgelemektedir. Sonra bu nimetleri içinden akan nehirlerin akması da canlandırmaktadı r.
Çünkü nehirlerin akışı bir serinlik, canlılık ve güzellik havası vermektedir.
Sonra ayetin akışı bu sürekli nimetin anlatımından bir basamak hatta sayısız basamak yukarı çıkarak şöyle devam ediyor:
"Allah onlardan razıdır, onlar da Allah'tan razıdır."
Allah'tan gelen bu hoşnutluk, her nimetten daha tatlı ve daha yücedir.
Ve onların ruhlarındaki Rabblerinden şu hoşnutlukları,
Rabblerinin kendileri için planlanmış olduğu şeylerden razı olmaları,
O'nun kendilerine olan ihsanından memnun olmaları,
Rabbleri ile aralarındaki bağdan hoşnut olmaları,
ruhu sükunete kavuşturan,
derin ve katıksız bir sevinç ve iç huzuru bahşeden bu hoşnutluk her nimetten daha yüce ve daha tatlıdır.
Bu ifade çağrışımlarını bizzat kendisi vermektedir.
"Allah onlardan razıdır onlar da Allah'tan razıdır."
Başka hiçbir ifade biçimi bu ifadenin verdiği çağrışımı veremez.
"Bu mükafat Rabbinden korkan kimseyedir."
Bu ifade son pekiştirmedir.
Bütün bu nimetlere ermenin, insan kalbinin Allah'a bağlı kalmasına,
bu bağın çeşidine, Allah'tan huşu duymaya bağlı olduğunu ifade eden bir pekiştirmedir.
Bu huşu her türlü iyiliğe yönelten ve her çeşit sapıklıktan kaçındıran bir korku duygusu olmalıdır.
Her engeli ortadan kaldıran, her perdeyi yırtan,
insan kalbini bir ve kahhar olan (her şeye istediğini yapacak biçimde üstün ve hakim olan) Allah'ın huzurunda çırılçıplak durduran, ibadeti ve ameli gösterişin ve şirkin her çeşit kirinden arındıran bir duygu olmalıdır.
Rabbinden, gerçekten korkan kimsenin kalbinden
O'nun yaratıklarından, Allah'tan başka hiçbir kimseye ait çağrışım geçmez.
Çünkü o insan, kulun başkasını gözeterek yapmış olduğu
her ameli, yüce Allah'ın reddedeceğini, kabul etmeyeceğini ve
kendisinin ortaklara asla ihtiyacı olmadığını bilir.
Ve yine bilir ki, ameller sadece O'nun hoşnutluğu için yapılır
yoksa O, böyle olmayan amelleri kabul etmez ve reddeder.
İşte bu dört büyük gerçek, bu kısacık surenin ortaya koyduğu, ve özellikle bu kısa surelerde ortaya çıkan Kur'an üslubunun sunduğu gerçeklerdir. ..
http://www.sevde. de/Kuran- Tevsiri/Kuran_ Tefsiri.htm
:::::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: ::::::::: :::::::::
Elmalılı Hamdi Yazır’ın açıklaması:
bütün küfrün ve imanın ahiretteki hükümleri ayırdedilerek açıklanmak üzere şöyle buyuruluyor:
6. (İnnellezîne keferû) “Haberiniz olsun ki 'küfredenler' .”
Önceki (ellezîne keferû)"küfredenler" ahde haml olunsa (bilinen kâfirler olduğu kabul edilse) bile bunun, sevk itibarıyla istiğrak (hepsini içine alması) için genel olması gerekir. Çünkü küfrün hükmünü beyan için kübra (büyük önerme) yerindedir. Ancak bu küllî oluş, o beyyine (açık delil) geldikten sonra küfredenlere ait olmak üzere bunda da bir ahit mânâsı yok değildir.
Şu halde şöyle demek olur:
O açık delil geldikten sonra onu inkâr eden bütün kâfirler
“gerek kitap ehlinden olsun, gerek puta tapanlardan olsun”,
( min ehli'l-kitâbi ve'l-muşrikîne)
“hepsi ebedî olmak üzere cehennem ateşindedirler.”
( fî nâri cehenneme khâlidîne fîhâ)
Kıyamet günü cehenneme gidecekler, orada ebedî olarak kalacaklardır.
Diğer bir mânâ ile küfür, cehennemde ebedî kalmaya sebep olması itibarıyla aynı ateş hükmündedir.
Bir de denilmiştir ki: Onların bulundukları küfür ve isyan hâli, hakikatte aynıyla ateştir. Bu ortaya çıkma (neş'et) de âraz şeklinde ortaya çıkarsa da, son neş'etde o şekilden çıkar, hakiki şekli ile ateş olarak zuhur eder.
Bu iki mânâca onlar dünyada cehennem ateşinin içindedirler. Ahirette de onda ebedî olarak kalacaklardır, demek olur. Bu ebedî oluşun sebebi: Çünkü (ulâike)“onlar” ,
o vasıfla sıfatlanmış olanlar,
yani o açık delil geldikten sonra ona küfredip bozgunculuk çıkaranlar
(hum şerru'l-beriyeh)“ hepsi halkın şerlileridirler,”
insanların en şerlileridirler,
en şerli olanın yeri de cehennem olması gerektir.
BERİYYE kelimesini, Nâfi ve İbnü Zekvan "berîe" şeklinde okumuşlardır. Ki ikisi de bir asıldandır. Halk mânâsına (bera')'den "mef'ûle mânâsında fehile" olarak "bârî"nin mef'ûlü olup, halk ve halîka gibi bütün mahlûkata denilir. Özellikle beşerde de meşhurdur.
Bazıları hemzesiz "beriyye" toprak mânâsına olan "berâ"dan türemiş olarak topraktan yaratılan mahluk demek olduğunu ve şu halde "berîe" topraktan yaratılmayan melekleri ve cinni de içine alırsa da, "beriyye"nin onları içermiyeceğini ve bu şekilde beşer mânâsına olması daha yakın bulunduğunu söylemişlerdir.
İki kırâete göre de bazıları burada özellikle beşer mânâsına olmasını tercih etmişler,
sebep olarak da bütün yaratılmışların en şerlisi şeytan olduğunu söylemişlerdir ki, aklî karine ile tahsis demek olur.
Lakin buna "Şüphesiz münafıklar, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. " (Nisa, 4/115) gereğince münafıkların da diğer kâfirlerden daha şerli olduğu ileri sürülerek itiraz edilmiştir.
Bundan dolayı maksat, müminlere göre izafî tahsistir, diye cevap verilmiş ise de bu tartışmalara lüzum yoktur.
Zira burada maksat, küfrün asıl ahirete mahsus hükmünü beyan olduğu için,
küfür sıfatında münafıklar da, şeytan da bu umumda dahil olarak
açık ve gizli bütün kâfirler, genel olarak yaratıkların en şeriridirler,
denilmesi doğru olacağı gibi,
şeytan konudan hariç olarak, gerek kitap ehli ve gerek puta tapıcılardan inkârı açık veya münafık bütün kâfirler beşerin en şerlisidirler, demek de doğrudur.
7. Buna karşılık
(İnnellezîne âmenû) “haberiniz olsun ki iman edip de”,
yani bu açık delile iman edip
Allah için dine, ihlaslı, hanif olarak, “gereğince güzel ameller işleyenler”,
sadece namaz ve zekat gibi dinin aslî temellerinden olan amellere mahsus değil,
gerek esaslardan ve gerek ayrıntılardan, gerek farzlarından, gerek nafilelerden, gerek ibadetlerden, gerek muamelelerden
Allah rızasına uygun olan, kurtuluşa hizmet eden, hayra yarar bütün iyive faydalı amelleri işlemek ve yasaklardan sakınmak da
güzel amel (amel-i salih) mânâsında dahildir.
Zira amel, işlemeyi ve terketmeyi içine alır. Bilinmektedir ki (es-saalihaat) elif lâm ile süslenmiş çoğul olduğu için hepsini kaplamayı ifade eder. Fakat bundan her ferdin, her iyi ameli yapmakla yükümlü olduğu da sorulmamalıdır.
"Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez." (Âl-i İmran, 3/286) âyeti gereğince herkesin hissesi ehliyet ve gücüyle orantılıdır.
Râzî der ki: (ve amilûs sâlihâti) “iyi ameller işlediler”, çoğulun, çoğula karşılık vermesi kabilindendir. (Fahru'r- Razi; XXXII, 51)
Onun için bir kişinin bütün güzel amelleri yapmakla yükümlü olması gerekmez. Belki her yükümlünün bir hazzı, selâhiyeti vardır. Zenginin hazzı vermekte, fakirin hazzı da almaktadır. Elverir ki herkes kendi halince kurtuluşa çalışsın.
(ulâike hum khayrul beriyyeh) “İşte onlar, halkın en hayırlısıdırlar.”
Bütün halkın en hayırlısıdır. Amelce de hayırlısı, Allah katındaki makamca da hayırlısıdır.
Demek ki iman edip de güzel amele çalışmazsa,
onlar halkın en şeriri olmasalar bile en hayırlısı da değildirler.
"Hayru'l-beriyye" , hem iman edip hem iyi ameller işleyenlerdir.
8. (Cezâaauhum) “Onların cezası,”
yani o iman ve amellerine karşılık ecir ve mükâfatları
(inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru) “Rableri katında, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir.
(khâlidîne fîhâ ebedâ) “İçlerinde ebedî olarak”
orada cismânî ve ruhânî türlü nimetlerle ebedî olarak “nimetleneceklerdir.”
Bunların birinci olarak "halkın en hayırlıları" diye övülmelerinin önce getirilişi;
ikinci olarak bu nail olacakları nimetlerin amelleri karşılığı olduğunu anlatmak üzere
"ceza" deyimiyle ifade edilmesi;
üçüncü olarak bunun Allah Teâlâ katından olmasının açıklanması;
dördüncü olarak bunun derece derece kemâle erdirmek demek olan terbiye mefhumuna işaret eden Rablik ünvanıyla ifadesi;
beşinci olarak bunun onlara râci (hum) zamirine izafetle ifade olunarak terbiye ve kullukta özel şereflerine işaret olunması;
altıncı olarak cennetlerin içinde oturma mefhumuna işaret eden Adn'e izafetle beraber çoğulun çoğula karşılaştırılmasıyla her birine bir cennet düşecek kadar çokluk ve genişliğine işaret olmak üzere çoğul sigasıyla ve aynı zamanda dengi görülmedik ve tarife sığmayacak şekilde yüksekliğine, şânının büyüklüğüne tenbih için nekre olarak getirilmesi;
yedinci olarak hayatın mayası olan feyiz ve nimetinin, hoşluk ve güzelliğinin devamlı artan güzel cereyanını duyurmak üzere, tecrî min tahtihel enhâru) "altından ırmaklar akan" vasfıyla vasıflandırılması ;
sekizinci olarak onlarda takdir edilmiş hâl olmak üzere ebedîlik demek olan "hulûd"ün açıklanmasıyla beraber bir de "ebedîlik" kaydıyla tekit edilmesi
o müminlerin güzel halleriyle mükâfatlarının büyüklüğünü açıklama açısından ne kadar dikkate şâyândır.
Gerçekte (khulûd) ebedîlik demek olduğu için sadece (khâlidîne fîhâ) "orada ebedîdirler" denilmekle de aynı mânâ ifade edilmiş olur. Ancak (khulûd), uzun müddet kalmak mânâsına da kullanıldığı için bu ihtimali defetmek için ile de tekit olunmuştur.
Bu tekit, pekçok âyetlerde cehennem ehlinin ebedîliğinde de, cennet ehlinin ebedîliğinde de vardır.
Fakat görülüyor ki bu sûrede kâfirlerin cehennem ateşinde ebedî oluşları "ebeden" kelimesi ile tekit edilmemiş olduğu halde müminlerin cennetlerde ebedî oluşları açıkça te'bid (devam ettirme) ile de tekit edilmiştir.
Râzî "Tefsiri"nde buna iki vecih söylemiştir: Birincisi: Rahmetin, öfkeden daha fazla olduğuna tenbihtir.
İkincisi: Cezalar, hadler, keffaretler birbirine girer. Fakat sevabın kısımları birbirine girmez. (Fahrü'r-Razi; XXXII, 56)
Bir de bu yüksek karşılıktan daha büyük olan Allah'ın lütfu beyan ve müjdelenmek üzere şu isti'naf (başlangıç) cümlesi ile buyuruluyor ki:
(radıyallâhu anhum)“Allah onlardan razı olmuş,”
(ve radû anh) “onlar da O'ndan razı olmuşlardır.”
Çünkü bütün isteklerin en üstünü, bütün lezzetlerin en yükseği olan Allah'ın rızasına ermişler,
"gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir beşerin aklının ermediği" en büyük rızaya kavuşmuşlar, "râdıyeten" razı olmuş olarak", "merdıyye" (razı olunmuş) makamına ermişlerdir.
(zâlike)“Bu mükâfat ve rıdvan ise”,
(li men haşiye rabbeh) “Rabbinden korkanlara mahsustur”.
Yani bu başarının tek sebebi ve hikmeti Allah korkusunu duymaktır.
Yukarılarda da geçtiği üzere haşyet,
tazim ile sevgi neticesi olan saygı mânâsına bir korkudur.
Onun için haşyet itaatte mutlak güzele layık, ihsana yaklaştıracak yüksek bir aşk heyecanı uyandıran güzel bir ruh halidir.
Nitekim Müminûn Sûresi'nde "Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekler diye kalpleri korku ile ürpererek verirler." (Müminûn, 23/60) buyurulmuştur.
(re'sü'l-hikmeti mekhaafetullah) "Hikmetin başı Allah korkusudur." (Keşfü'l-hafa; I, 507 (1350)) hadisinde de "mehafet"ten asıl maksat bu "haşyet" mânâsıdır.
Bunun derecesi de ilim ve marifetin derecesi ile orantılıdır. Ondan dolayı "Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan gereğince korkar." (Fâtır, 35/28) buyurulmuştur.
Bir de haşyet, soyut (mücerred) korkudan şiddetli olması gerektir.
Nitekim meleklerin vasfında "Onun (Allah'ın) korkusundan titrerler." (Enbiya, 21/28) diye haşyet, işfâk (korkudan titreme)a yakın olarak zikredilmiştir.
"İşfak" ise korkunun en şiddetli derecesidir.
İmam Râzî'nin hatırlattığı üzere bu âyete, "Kulları içinden ancak âlimler Allah'tan gereğince korkar." (Fâtır, 35/28) âyeti katılarak düşünülünce,
hepsi ilmin ve âlimlerin faziletine bir delil teşkil eder. Şöyle ki:
O cennet ve rıdvan, Allah korkusunu duyanlara mahsustur.
Allah korkusunu duyanlar ise ancak âlimlerdir. Şu halde netice:
O cennet ve rıdvan, âlimlere mahsustur.
Bundan şu da anlaşılır ki
kendisinin cennet ehlinden olduğu müjdelenen kimselerin
Allah korkusundan uzak kalmak şöyle dursun,
daha çok korku hissini artırmaları gerekecektir. Ondan dolayıdır ki
peygamberlerin korkusu hepsinden çoktur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ı en çok tanıyanınız, Allah'tan en çok korkanınızdır.
Ben ise ondan en çok korkanınızım."( Fahrü'r-Razi; XXXII, 56)
Bu korkuyu duymayanlara duyurmak için Zelzele Sûresi takip edecek,
hayır ve şerrin cezası ne zaman ve nasıl olduğunu haber verecektir.
(Elmalılı Hamdi Yazır; “Hak Dili Kuran Dili” ; c:9; s:363-67)
<0YORUM: